15 Eylül 2015 Salı

9 GÜN


Esra Hanımı pastacılığa başladığım için Düş mahsulleri fırını instagram hesabından takip ediyordum sadece.

O en huzursuz günlerde, bloğa yazı yazmaya, beylik laflar etmeye takatim olmadığı günlerde bir gönderisiyle dikkatimi çekti. Daha 1 günlük miniminnacık bir kedi yavrusunu evine değil ciğerine almıştı sanki. Ben dahil bir çok insanın umudu oldu göbek bağı hala üstünde olan Muffin. 

                                


Çok dua edin diye haykırışlarını paylaştı takipçileriyle çekinerek, insanları sıkmaktan korkarak. Ama ekliyordu;

Hani dua edecek bu kadar şey varken ülkede kedi yavrusu mu kaldı diye düşünecek olabilir.

Onlara iyi bir haberim var.

Dualar kontörlü değil.

Edince bitmiyor.

Ekstra fatura da yazmıyor.

Allah duayı çok seviyor…Hani vaktiniz varsa araya Muffin için de iyi dilekleri sıkıştırın.

Bu cümleler öyle sıradan değildi. Çok etkilendim ne kadar doğru söylüyordu bu melek kadın.

Çok iyi anlıyordum onu.İki kedi annesiyim( bazen anne kelimesini yakıştıramayıp abla diyenler olsa da) Ve gözlerinin içine bakıyorum hergün mutlular mı diye.

Bu kadar savunmasız bir can için didindi durdu. Köpeği Face bile onu incitmekten korkarcasına nezaketini bozmadı. Tahmin ediyorum hiç uyumadığını, nefesini dinlediğini, gözyaşlarını saklayamadığını.

Azıcık halsiz diye gönderilerini paylaştığında sürekli dua ettik hepimiz. Sabahları uyanır uyanmaz instagramı açtım acaba muffin nasıl diye, iyiydi de. Derin bir ohhh…

Dün akşam yine halsiz olduğunu söyledi, çok dua ettik ama bu sabah bir annenin yürek yarasıyla içim sızladı. Höyküre höyküre ağladım ben de onunla. Sanki bizim evin miniğiydi. Ne çok çabalamıştı oysaki, ne büyük bir umuttu hepimize kanlı günlerde. O nefes aldıkça hepimize nefes olmuştu ama son nefeslerini yine biricik meleğinin, annesinin kucağında vermişti.

9 gün. Kısacık bir ömür, bir mucizeydi. Ölümünü paylaştığında çok yaralayıcı bir mesaj gelmiş. Bu kadar şehit haberi varken diye soze baslayan birileri bu umudun melek oluşundaki üzüntümüzü abartılı bulmuş. Acımasızlık... Evet Esra Hanım çok haklı Allah kimseyi kontörlü yürek olmakla lanetlemesin. Acılarımızı sevgisiz yürekleriyle karartmaya çalışanlar için bir sözüm var; o acılar tertemiz sizin maalesef hiç hissedemediğiniz kadar.

Bilenler bilir hayvanlar benim hassas noktam. Görüyorum ki her acıda sürekli hayvanlarla bir kıyaslama var. Kıyaslarla ve Esra Hanımın dediği gibi kontörlü yürekle yaşayanların yetiştirdiği toplum yüzünden biz “İnsanca” yaşayamıyoruz.

Bir köpek ufacık bir meleği bağrına basmışken "insan" acıları tekmeliyor, insani duyguları tokatlıyor. Bırakın bizi nolur, çünkü biz kıyas yapmayı beceremiyoruz Yaradılanı seviyoruz Yaradandan ötürü. Hepsinin acısını ciğerimizde hissediyoruz, ne mutlu bize yüreğimiz kontörlü değil.

Affetme beni yaşatamadım seni… Çok dokundu çok. Takdir-i ilahi. Bu güzel duygular size yeter Esra Hanım her iki cihanda. Haddim değil belki ama sizi yazmadan edemedim. Yaradanın gönlü ancak böyle kazanılır. O kocaman yüreğinize ve ruhunuza sımsıkı sarılıyorum. Muffin görevini tamamladı, hepimize sevgiyi hissettirdi ve gitti. Gördük ki hepimize sevgi lazım. Kendi melek olmadı sadece size de bir çift kanat hediye etti.

İnanın Muffin'i biz de unutmayacağız.

Sizi bu kadar bile olsa tanıdığıma çok sevindim.

Sevgiler

Senem

8 Eylül 2015 Salı

Evimizin Yeni Üyesi VİŞNE

Selaaam yine ben yani MİŞO J

Senem çok yazmak istese de bu sıralar içinden gelmiyor galiba, ama biriktiriyor yazacaklarını:) Fırsat bu fırsat ben anlatayım biraz da.

Sormayın neler oldu neler… Gül gibi geçinip giderken bir gün eve kara bir kız geldi. Gelir gelmez bütün evi kokladı, oyuncaklarıma, tuvaletime el koydu, yatağımda uyudu yetmedi mamalarımı da yedi. Ne yalan söyleyeyim başta çok kızdım Senem’e. Ne gerek vardı şimdi ikinci bir kediye. İnat ettim yemek yemedim çok sinirli oldum hatta arada Senem’e bile tısladım ki hiç huyum değildir. İçten içe kafaya taktığım için tüylerim döküldü hep. Senem artık sadece onu sevecek, sevgimi ona verecek sandım.

Vişne diyor ona Senem. Tüm bu yaşadıklarımı Vişneye hiç mi hiç belli etmedim. İlk günden beri hep iyi geçindim onunla, akıllı çocuk oldum. İtiraf edeyim çok da güzel bir kız. Çipil çipil bakıyor...




Hem trip de atmıyor. Tüm günü beraber geçiriyoruz. Aslındaa sevdim onu, evet evet sevdim. Hep derler ya insanın yalnızlığını paylaşacak biri olmalı diye e bizim de kendi dilimizden konuşan, yalnızlığımızı paylaşacak arkadaşlara ihtiyacımız var. Galiba Senem de böyle düşündü ki Vişne’yi getirdi.

Hem sonra Vişne’nin hikayesini dinledim. Bahar ayında birazcık bağırıyor diye sokağa atmışlar onu. Komşuları Vişneyi görünce veterinere alıp bırakmışlar. Bir süre orada kalmış ufacık bir kafesin içinde. Ben veterinere giderken cinlerim tepeme çıkıyorken orada kalmayı düşünemiyorum bile. Üzülmüş, onun da tüyleri dökülmüş. Ama şimdi maşallahı var doymak bilmiyor, tüyleri arttı, formuna dikkat et desem de dinlemiyor ki beni yemek görünce gözü dönüyor.

Allahım evde bir kızı korumaya çalışırken ikincisi var artık düşünün üstümdeki sorumluluğu. Erkek sinek görsem bitiririm vallahi. Ama ikisini de seviyorum yahu. Senem’in kucağında yatarken, istediğim zaman Vişneyle oynuyorum. Deliler gibi koşturuyoruz, oynuyoruz. Tamam halılar yer değiştiriyor, boğuşurken her yer tüy oluyor, bir çok şeyi de kırıyoruz ama olsun kızmıyor ki bize Senem. Bir tek poşet yediğimizde kızıyor, sanırım onda da haklı çünkü sonra kusmak için çok uğraşıyoruz.Eğlenmek mutlu olmak gibisi var mıJ

Arada yazarım yine. Bizim kız televizyonlara, telefonuna bakıp üzülüyor gördüğüm diğer insanlar gibi. Herkes mutlu olsun, kimse üzülmesin… O da yazar bi süre sonra. GörüşürüüüüzJ




11 Haziran 2015 Perşembe

HAYAL GİBİ FESTİVAL

Bir itirafla başlasam iyi olur galiba. Tüm aksaklıklarına ve ilk olmasına rağmen bu kadar iyi olacağını tahmin etmemiştim.

Masallar şehrinin en renkli masalının ortasındasın dediler bana sanki bu festivalde.

Meditasyonları, sessiz yürüyüşleri, Mercan Dede’nin efsane konseri ve ışıklar içindeki diğer müzik ziyafetleri, peri bacaları arasına kurulan mükemmel sahneleriyle, şölen tadında sofraları, sürprizleri, balonları, Uçhisarı, Zelvesi, Göremesi, Le Moution Rouge restoranı, süslü faytonları ve eşsiz vadilerinde yapılan tüm etkinlikleriyle tam bir festivaldi Cappadox.


Hem dinlendik hem eğlendik hem içimizi döktük, akşam müzikler eşliğinde sohbet ettik yeri geldiğinde de sessizliğin ve huzurun tadını çıkardık. Kalabalıktı ama herkes çok saygılı ve sevgi doluydu. Sırt çantamız, şalvarlarımız ve kolumuzun altındaki yoga matlarıyla yürürken ertesi günkü yoga seansında görüşmek üzere selamlaştığımız tanıdık olmayan ama bir o kadar tanıdık insanların buluşma yeri oldu Uçhisar.

Gündüz gezip, akşamüstü meditasyona katılıp, Mercan Dede’yle kendimizden geçip arkasından Hüsnü Şenlendirici&İlhan Erşahin konserine Mercan Dede dahil güruh halinde geçiş yaptık.






 2.gün gerçekleştirilen Doğadan Sofraya Şölen adlı ziyafete iyi ki katıldık. Aralarında ünlü şeflerin olduğu şölende Kapadokya’nın unutulmaya yüz tutmuş aside tatlısından erik yahnisine kadar enfes yemekleri tatma şansı bulduk. Ve hatta Beyza’nın deyişiyle Loreena Mckennitt ile karşılıklı sarma yedik:) Yok yok şaka yapmıyorum gerçekten. Beyza ve Gülşah’ın kendilerini sarmaların midelerine yolculuğundaki tarif edilemez mutluluğa kaptırmış, sarmadan başka bir şey görmedikleri anda aynı masada karşılarında oturan Loreena'nın bir hayranının gelmesiyle ağızda sarmalar şoka girdikleri anın bir fotoğrafı olsaydı keşke. O an ben nerde miydim? Tabi ki aside tatlısının ve sarmaların sahibi Kıymet ablanın peşinden tarif almak için kadını köşe bucak kovalıyordum :) Ama sonrasında bir fotoğrafımız oldu neyseki hatta aside tarifimiz ve Kıymet Ablanın iletişim bilgileri :)

Loreena Mckennitt



Bol kahkahalı ve eğlenceli bir gezi oldu Kapadokya Cappadox’u. Tanıtımında da dendiği gibi seneler içinde yapılacak her Cappadox festivalinde şunu diyeceğiz; İlk Cappadox deneyiminde biz de vardık :)

26 Mayıs 2015 Salı

HAYVANLAR DEĞİL, İNSANLAR ÇOK GARİP...


Sosyal medyada rastladığım ama haber niteliği açısından pek ilgi görmemiş bir haberi paylaşmak istiyorum.

Kaos pitbull cinsi bir köpek, Türkiye’de bir yabancı tarafından sahiplenilmiş ve sonradan ailesi ile birlikte İsveç’e gitmiş. Bir çok köpek gibi İsveç’e giderken terkedilebilir sokağa atılabilirdi. Ama ailesi onu bırakmadı ve sevgi dolu bir yuvada yaşadı şu ana kadar.



Parkta bir çocuk salıncaktaydı ve Kaos onunla oyun oynamak isterken kaza eseri ısırdı, ama saldırmamıştı aslında. İsveç polisi saldırgan olmadığını kabul etti ancak çocuğun annesi ısrarla köpeğin öldürülmesini talep etti. Sürekli insanların arasında yaşayan, küçük bir kız ve dört aylık bir bebekle son derece iyi anlaşan bu köpeğin öldürülmemesi için ailesi deyim yerindeyse ölüm kalım mücadelesi veriyor.

Hayvan severler dünyanın dört bir yanından konsolosluklara, karakollara mesajlar yağdırıyor ve tepkilerini gösterebilmek adına toplanıyorlar.

İki kedi annesi olarak bu haber beni çok üzdü. Çıkma yasağı getirseler, ya da başka bir şey. Ama ölüm cezasını aklım almıyor. İnsanlık kelimesinin son zamanlarda ne kadar anlamsızlaştığını hayatın her anında görmek çok incitici.


Ailesinin ruh halini ve verdikleri mücadeleyi bir düşünsenize. 3. evlatlarının ellerinden zorla alınmaya çalışması, testlerden geçirilmeye zorlanması ve o güzel köpeğin bir insan gibi davranmasını beklemeleri çok ironik. Niye davransın ki insan gibi, çok mu iyiyiz, çok mu harikayız, çok mu sakiniz…Dehşet saçan katiller, tecavüzcüler, dolandırıcılar, kendi mutsuzluklarını başkalarına eziyet ederek çıkaran insanlara hiçbir cezai müeyyide yok ama korumasız bir köpeğe verilecek karar direk ölüm. Üstelik insan zekasıyla ortaya çıkarılan bu cins için yine insan yok etme kararı alıyor, tıpkı doğayı yok edip yerine binalar dikip sonra onlardan şikayetçi olmamız gibi. Benim aklım almıyor artık, dünya bana yaşanmaz bir yere dönüşüyor gitgide. Hayat çok garip, insanoğlu çok garip…

12 Mart 2015 Perşembe

KARA KAŞLAR, ONDAN DAHA KARA VİCDANLAR


16 kg
Tarih :11 Mart 2014
Tam 269 günlük yaşam mücadelesinin sonu..

Berkin 16 kg’la veda etti zorluklarla dolu yaşama. Çok direndi, ama gitti. Peki 16 kg’lık bir bedenin ardından tonlarca laf edenler…

Adı ölüm yaşlı genç çocuk haklı haksız her halükarda üzer beni. Hele ki böyle acı bir şekilde anneciğine ekmek almaya çıkmış bir çocuğun ölümü. Ama esas acı olan insan olmayanların ve olayı feci bir ırk din ayrımına dönüştürenlerin kalbinin karalığını görmek oldu benim için. Her ölüm haberinde, şehit haberinde, kendince belirlemiş olduğu farklı gruplara! ait ölüm haberlerinde kalkıp da sosyal medyadan “Berkin’e üzüldüğünüz kadar buna da üzüldünüz mü” yazıları yok mu… İşte sanırım paslanmış, yitip gitmiş duyguların, kara toprakla örtülmüş vicdanların(!) sesi bu. Cevap veriyorum; hepsi için ayrı ayrı üzgünüm. Çünkü ben dil, din, ırk ayrımı yapmadan Mevlana’nın hiçliğinden, Allah’ın kuluna üflediği kendi ruhundan geldiğimi biliyorum ve bu yoldan ayrılmamak için mücadele veriyorum kendi içimde. Verdiğim savaşlar hep bu yüzden… Kendini Osmanlı’nın torunu olarak nitelendiren, ardından bu ayrımı haykırarak gözümüze sokan insanlar Osmanlı’nın 600 küsur yıllık hakimiyetinin birlik ve hoşgörü felsefesinden kaynaklandığını hiç öğrenmemişler galiba. Onlara ayrıca üzülüyorum, bu kadar kayıtsız yaşadıkları ve vicdanı olanları bu kadar kırdıkları için. En çok empati yapması gereken sözde psikolog bir arkadaşın da siyaset uğruna böyle bir yorum yapması en büyük hayal kırıklığımdan biridir bu konuda.

Çok şeyler yazasım var ama özetle Berkin’in ve diğerlerinin yerinde hepimiz olabilirdik. O talihsiz olay o küçücük bedenin başına geldi maalesef. Bundan pay çıkarıp hayata nefretini kusanları anlamak dahi istemiyorum. Kızgınlığım bu acıyı böyle bir nefrete alet etmeleri. Yazacak çok konu var ama bu kızgınlığı ancak yazarak atabilirdim. Ailesine ve hepimize tekrar tekrar başsağlığı diliyorum.


Rahat uyu Berkin…

Her ekmek alışımda seni hatırlayacağım…


18 Şubat 2015 Çarşamba

ÖFKE...ÖFKE...ÖFKE...


Şu ara bir çoğumuz bu hallerdeyiz değil mi?

Özgecan ve daha nicelerine yapılanlar, üzerimizdeki baskılar, maruz kaldığımız psikolojik ve fiziksel şiddet, töresiz ayıplar, ayetsiz günahlar, bilinçsiz ve katil beyinler, say say bitmez.

İnsanın bi yeter artık deyip saçını başını yolası, tırnaklarını kemiresi, vurup kırası, bağırıp çağırıp böğürerek ağlayası gelmiyor mu… Benim geliyor. Öfkemi içimden atamadığımda saatlerce bağırdığım oluyor evde tek başıma. Peki ya dışarıda… Öylesine bastırmış ki toplum hepimizi, hayır diyememenin itiraz edememenin öfkesini yaşadık en derinlerimizde. Yavaş yavaş sesler yükseliyor sevgisizliklere. Özgecan’ın babası SEVGİ diyor bilgelikle. Beynim yanıyor benim, ben hala öfkelerimle uğraşırken kendi içimde, sindirmesi bu kadar zor görünen bu olayın baş kahramanı Sevgi diyor. Yutkunuyorum, saatlerce ağlasam yetmez ki… Neden bu kadar sevgisiz bir toplum olduk. Birbirimize sevgiyle sarılmak yerine nedir bu yaşananlar. Kötülerin en derinlerinde neler var peki, nasıl bir dünyaları var, hangi korku hangi öfke ya da hangi düşünce dünyasındalar diye düşünürken cevap geldi bile en beklenmedik yerden. "Sevgiyle aşılmayacak hiçbir şey yok" diye…

Keşke diyoruz keşke… Sevgi lafta kalmasa. Yaşansa bütün kalplerde, beyinlerde, sokaklara dökülse, yayılsa her yere. Mutlu olmaktan korkan bir milletin sevgiyi yaşamayı bilmemesi de şaşılacak şey değil. Halbuki Allah hepimizi sevgiyle yaratmadı mı, kendi ruhundan vermedi mi… Hiçbir şey bize ait değilken paylaşamadığımız şey nedir. Yok olup gidecek herkes, ruhlar kalacak sadece. Bu ruha bu kadar eziyet edilir mi…Ruhumuzun beden bulmuş haline nasıl maskeler takıp karartmışız ki iyilik ve sevgi görünmez hale gelmiş…

Bağırın çağırın ağlayın ne yaparsanız yapın o maskeleri yıkın, özünüzle bi yüzleşin, yüzleşelim. Çünkü ruhlarımız daha iyisini hak ediyor…

Ruhun orada huzur bulsun ve sevgiyle vücut bulsun Özgecan, o en Sevgilinin yanında…

29 Ocak 2015 Perşembe

SÜRPRİZ...SENİ SEVİYORUM!




Sevgi her yerde...
 Para üstüne geyikle yazılan bu yazı bile yüzümün gülmesine yetti.
 Dün alışverişle geldi önüme bu muziplik.:) 
Şimdi ben ne muziplik yapsam ki acabaJ